Rabbimiz, Musa aleyhisselâma kullarının çoğundan "bazı hususlarda" şikâyetçi olduğunu bildirdi:
1- Benim onlara ihsan ettiğim malımdan çok cüz'i bir miktarını borç istedim. Cimrilik yaptılar, vermediler.
Fakirlere takdim edilen sadaka Allaü teâlâya verilen borç gibidir. Biz dünyaya gelirken çırılçıplaktık, bizi O giydirdi. Kördük, görme nimetini O ihsan etti. Sağırdık, duyma güzelliğini O verdi. Elimiz ayağımız tutmuyordu, güç kuvvetimiz de O'ndandır... Biz ve sahip olduğumuz her şey Rabbimizin lütfu iledir. Buna rağmen bizden borç istiyor. Tevbe suresi 111. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyruluyor: "Allahü teâlâ mü'min kullarından canlarını ve mallarını cennet karşılığı satın aldı."
Farz edelim canımız ve malımız bizim olsaydı dahi onu biz Rabbimize satmış bulunmaktayız. Büyüklerden birinin hastalığı fazlaydı, sancıları, ağrıları vardı. Sabrı tükenmek üzere iken bu âyet-i kerimeyi hatırladı ve kendi nefsine dedi ki: "Yoksa bu alışverişten vaz mı geçtin? Vazgeçmediysen sana ne? Bir adam evini sattıktan sonra yeni sahibi dilediği gibi tasarruf eder, istediği renge boyar. Eski sahibinin niçin böyle yapıyorsun demeye hakkı var mı?.."
"CAN DA O'NUN MAL DA!.."
Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh, bahsi geçen âyet-i kerimeyi tefsir ederken buyuruyor ki: "Ne büyük ihsan. Halbuki can da onundur, mal da... Kendi malını kullarından satın alıyor. Cennet gibi bir fiyat veriyor. Fani olan bir mala ebedi saadet ihsan buyuruyor. Alışverişlerde senet olur. Senet Kur'an-ı kerim. Şahit olur. Şahit yaratılmışların en şereflisi olan sevgili peygamberimizdir (aleyhisselâm)."
Ölümden önce olan her şeye dünya denir. Bunlardan ölümden sonra faydası olanlar dünyadan sayılmaz. Ahiretten sayılır. Çünkü dünya ahiretin tarlasıdır. Ahirete yaramayan dünyalıklar zararlıdır. Rabbini unutup, nefsine düşkün olan, yolda hayvanının palanı ile yemi ile uğraşıp arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalır ve helâk olur... İnsan da niçin yaratılmış olduğunu unutup, dünya ziynetlerine aldanır, ahiret hazırlığı yapmazsa, ebedi felakete sürüklenir... Dünya iki gündür. Biri sevinç günü, diğeri hüzün. İkisi de geçicidir. Öyle ise geçici olanı bırakmalı, daimi olan nimetlere kavuşmaya gayret etmelidir. Yahya bin Muaz hazretleri buyurdu ki: "Bizler, dünyada fakir ve zelil olmaktan korkuyoruz da, ahirette fakir ve zelil olmaktan korkmuyoruz!.."
2- İblis (şeytan) size düşmandır dedim, fakat ona dost oldular.
Şeytanla olan düşmanlığımız çok eskilere dayanır. İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâma secde etmediği zamandan beri bize düşman ve kin güdüyor. Onunla dost olmamız mümkün değil. Dost olanları iki cihanda felakete sürüklemek için bütün gayreti ile çalışır. Şerrinden Rabbimize sığınacağız. Başkası bizi kurtaramaz. Bunun için "Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm" diyoruz.
Selçuklular Bağdat'ta Nizamiye Medresesini yapmış, en meşhur âlimleri çağırmışlardı. Beşinci asrın müceddidi İmam-ı Gazâli rahmetullahi aleyh başmüderris idi. Çözülemeyen dinî meseleler o medreseye sorulur cevap alınırdı. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen talebeler okur, mezun olup memleketlerine dönerlerdi...
Horasan'dan gelen bir talebe tahsilini tamamladıktan sonra hocasını ziyaret edip gitmek için izin ister. Hocası "peki gidebilirsin" der "yalnız sana bir sorum var? Sizin orada koyun sürüleri olur mu?"
- Olur efendim
- Yanında köpekleri de bulunur mu?
- Bulunur.
- O köpeklerden biri sana saldırsa ne yaparsın?
- Sopa ile uzak tutarım, taş atarım
- Ama bunlar çare değil, köpek biraz uzaklaşır, yine saldırır.
- Peki ne yapmam lazım?
- Sahibini haberdar edeceksin! O, köpeğini çağırınca senden vazgeçer...
Evet, nasıl ki et kokusu alan köpek peşini bırakmazsa, Şeytan da sevdiği hoşlandığı şeyleri insanda görünce yakasını bırakmaz. İstediğini yaptırıncaya kadar onunla uğraşır.
Bazen de iyilik yaptırır, sevap kazandırır, sonra ucba sevk eder (kendini beğendirir). Hem sevapları yok olur, ayrıca da günah işletir.
Sonu tevbe ile biten bir günah, sonu ucbla biten bir ibadetten daha hayırlıdır. İnsan ne yerse yesin, ağzında son yediği lokmanın tadı kalır.