Köşe Yazıları / M. SAİD ARVAS


Her geçen gün...

Her doğan yeni gün ile birlikte hepimize yeni bir dünya kurulur. Her şey bizim için yeniden yapılır... Güneş ışıklarıyla, kuşlar sesleriyle, çiçekler tebessümleriyle bu hazırlığa katılır. Böylece, imtihan için dünyaya gönderilen insanın eline 24 saat denilen bir fırsat verilir. Ve zaman sahifesinde hayatımız yazılmaya başlanır...
Alışkanlıklar, dikkatleri öylesine köreltir ki, olup bitenin çok kimse farkına bile varmaz. Bütün gün, güneşin altında dolaştığı halde, ondan habersiz yaşayanların sayısı yine de az değildir. Gelin biz aynı duruma düşmeyelim. Belki bu son fasıl, bu son fırsattır. Ömrün, bir akşamını daha geride bırakmak üzere olduğumuzu unutmayalım.
Ölümü, kendi başımıza gelmeden önce, başkalarına ait bir şey zannetmekten vazgeçelim. Ne kadar gördüysek hep biz cenaze taşımışız, kabre koymuşuz. Hep böyle olacak sanıyoruz... HEPİMİZ DÜNYADA MİSAFİRİZ...
Unutmayalım ki, bugün cenazesini taşıdığımız adam da şimdiye kadar birçok cenaze taşımıştı, şimdi ise kendisi cenaze oldu. Biz de bir gün cenaze olacağız. Üzerinde yaşamakta olduğumuz, tatlı ve acı günler geçirdiğimiz dünyamıza ve içindekilere, bir daha buluşmamak üzere veda edeceğiz.
Hepimiz burada misafiriz, buradan başka yerlere gideceğiz. Misafir olan beraberinde götüremeyeceği şeylere gönül vermez. İstesek de istemesek de bir gün mutlaka öleceğiz. Bu, bütün varlıklar için mukadderdir.
Ölümle ne kadar güreşsek hep o galip gelir. Ayaklarımızın altındaki toprak bir gün boyumuzu aşacaktır. Öyle bir günle karşılaşacağız ki, gecesini göremeyeceğiz, öyle bir gecemiz olacak ki, gündüzü olmayacaktır. Ne kadar güzel giyinirsek giyinelim, son elbisemiz kefendir. Ne kadar konforlu evlerde, villalarda, köşklerde oturursak oturalım son taşınacağımız ev kabir olacaktır.
Ölüm kimseye acımaz, kimseden korkmaz, serveti ne kadar çok olursa olsun önem vermez, rüşvet almaz. Zamanı gelince insanın işini bitirir, canını alır. Bugüne kadar hiç kimse, ölümden ne kendisini ne de başkasını kurtarabilmiştir.
Cihana hükmedenler bile Azrail aleyhisselam karşısında boyun bükmüş ve ruhunu teslim etmek zorunda kalmışlardır. Yeryüzünde binlerce din vardır, bunlara inanan milyonlarca insan var, dinsizler de mevcuttur. Ayrı ayrı şeylere inanırlar. Fakat bunların ortak inandıkları bir şey vardır ki, o da ölümdür!.. Ölümü hiç kimse inkâr etmez, edemez de. O halde hazır olmalıyız.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Akıllı insan ölümü en çok düşünen ve ölümden sonraki hayat için hazırlık yapandır.” KABRE GİRMEDEN ÖNCE... İnsanoğlu rahat edebilsin diye dünyadaki evinin bütün eksikliklerini tamamlar, daha sonra taşınır. Elektriği yanmıyorsa, suları akmıyorsa, kapısı penceresi mazbut değilse sıkıntı çeker. Kabre girmeden önce orasını da mamur hale getirmeliyiz. Dünyadaki evimizden daha çok orada kalacağız.
Dünya evinde huzur bulamadıysak değişme imkânımız vardır, başka bir eve taşınabiliriz. Fakat kabrimizi değişme şansımız yoktur. “Ben bu kabirde rahat edemedim, beni başka bir kabirde yatırın” diye yalvarsak, bize kim kulak verir? Kabrimizin içi güzel olmalıdır. Dışının mamur olmasının bize bir menfaati olmaz. En kaliteli mermerden bile yapılsa içindekine fayda vermez.
Dünya hayatı çok kısadır. Bin sene de sürse, bir gün gibi geçecek. Yüz yaşında olan birine dünyadan ne anladığını sorsak; büyük bir ihtimalle, gülümseyerek buna senelerinin nasıl geçtiğini anlayamadığını bizlere söyleyecektir. Sonu ölüm olan bir hayatın kısası veya uzunu arasında fazla bir fark yoktur...