Köşe Yazıları / M. SAİD ARVAS


Ruhun da ruhu var!

Mâlum insan iki şeyden meydana gelir: Ruh ve ceset!
Bunlar beraber oldukça yeryüzünde hayat devam eder. Ruh ayrılınca bedenin kıymeti kalmaz ve hiçbir işe yaramaz. Ruhsuz ceset soğur, rengi kaçar, kokmaya başlar.
Hele sıcak mevsimlerde ve sıcak yerlerde kokuşma daha hızlı olur. Bu yüzden cenazeleri bir an önce defnetmeye bakarlar.
İster ciğerpareleri olduğumuz anne babalarımız, isterse de yemeyip yedirdiğimiz, içmeyip içirdiğimiz öz yavrularımız olsun cenazemizi bekletmeye kimse yanaşmaz. Candan ciğerden seven dostlar ve kardeşlerimiz bizi kendi elleriyle gömerler toprağa!
İnsan, ruhuyla insandır. Ruh ölmez bedenden ayrılınca lâyık olduğu yere gider. Beden de topraktan gelmiştir, yine toprağa döner.
Sahip olduğumuz bu iki şeyin de gıdaya ihtiyacı vardır. Vücudumuz acıktıkça yemek yeriz. Hem de mümkünse en güzel yiyecekleri seçeriz.
Ancak ruhumuzun gıdasına önem vermiyor, çoğu zaman aç bırakıyoruz. İşte bu yüzden huzur bulamıyor, tek kanatla kuş uçurmaya çalışıyoruz!

Ruh nasıl beslenir?
Peki ruhun gıdası nedir ve nasıl verilir? Ruhun gıdası "marifetullah"dır. Marifetullah Rabbimizi tanımak, emrlerini yapıp, haramlarından sakınmaktır. Fıtratımız (yaradılışımız) bunun üzerinedir.
Ördeklerin suyu nasıl sevdiklerini bilirsiniz. Onlar yüzmese, dalmasa, suya batıp çıkmasa huzur bulamazlar. Yaratılışları öyledir zira. Biz de rabbimize teslim olmadan huzur bulamayız. Hakiki saadet ancak bundadır.
Nasıl ruh olmazsa ceset bir hiç ise, Allaha itaat ve teslimiyet olmazsa ruh da bir hiç olur. Demek "ruhun da ruhu var!"
Malik bin Dinar hazretleri buyuruyor ki: Ben dünya ehline çok acıyorum. Doğuyor, büyüyor, kendilerine tahsis edilen belli bir hayatı yaşıyor, sonra göçüp gidiyorlar. Fakat dünyanın en tatlı, en lezzetli, en büyük nimetini tadamıyor, o zevkten neşeden mahrum kalıyorlar.
Sorarlar: "Efendim nedir o dünya ehlinin tadamadığı şey?"
-Marifetullah!
Bütün insanlar mes'ud olmak ister, genci yaşlısı saadet peşinde koşar. Profesöründen okuyup yazamayana, villalarda yaşayanlardan kümes gibi gecekondularda oturanlara...
Herkesin yegane gayesi, belki gayelerin gayesi budur. Ne yazık ki insanların çoğu mes'ud bahtiyar değil.
Asrımıza ilim asrı, teknoloji asrı, sür'at asrı diyebiliriz. Bulutların üstünde uçuyor, suların altına, yerin derinliklerine inebiliyoruz. Haberleri ekranlardan izliyor, dünyayı takip edebiliyoruz. Yeryüzünün bir ucundaki öbür ucundaki ile görüşüp konuşabiliyor.
Teşhis ve tedavi çok ilerledi, ağrılar dindiriliyor organ nakilleri yapılabiliyor. Buna rağmen ölüme çare bulunamıyor. Dünyanın en ünlü tıp merkezlerinden cenazeler peş peşe çıkıyor.
Arayın sorun 150 yaşında bir insan bulamayacaksınız.
Bütün bu ilmî gelişmeler insanoğlunu mutlu edemiyor. 21. yüzyıla teknoloji asrı sür'at asrı diyebiliriz ama mutluluk asrı diyemiyoruz.
Nasıl bahtiyar olsunlar? Saadet evinin kilidini başka anahtarlarla açmaya çalışıyorlar. Açılmaz ki! Boşuna zaman harcıyorlar, ellerine zahmetten başka bir şey geçmiyor.

Seraptan su beklersen
Kum tanecikleri güneşte parlayınca çöl göl gibi görüntü verir. Günlerce susuz kalan yolcu, onu görünce çok sevinir. Büyük bir çaba ile "hayalî suya" koşar, daha fazla yorulur, bitap olur, mecali kalmaz. Yanıldığını anladığında çok geçtir artık. İşte yukarıdakilerin hâli de seraptan su bekleyenlere benziyor.
Düşünün biri saadet kuşunu yakalamak istiyor. Aklı havada, gözü havada koşuyor. Ha tuttu ha tutacak ama önünde bostan kuyusu olmasa...
Saadet neye yarar, devamlı olmadıktan sonra?.. Birkaç günlük huzurun ardından sizi üzüntü ve sıkıntı bekliyorsa?
Zehirli bal da lezzetlidir yendiğinde keyif verir insana. Ancak birazdan sancılar içinde kıvrandıracak belki de hayatının son bulmasına sebep olacaktır... Akıllı adama birkaç saniyelik lezzet için zehirli bal yediremezsiniz, ahmak ise iştahla saldırır, yeme desen de aldırmaz. Birazdan pişman olacaktır. Keşke demenin ne faydası olur ki. İş işten geçtikten sonra...