Köşe Yazıları / MUSTAFA KOÇ


“Ben”

Şirketlerin iki tür varlığı var.
İnsanlar ve eşyalar.
Eşyalar konumuz dışındalar.
Biz insanlarla dertleşelim.
Sahip, amir, memur, işçi. Bizim işimiz işin sahibi ve amiri durumunda olanlarla. Şirketlerimiz, işyerlerimiz iyi niyetle kazanç sağlamak için kuruluyor. El birliği ile bir yerlere ulaşılıyor. İşte iş bundan sonra başlıyor.
''Ben''.
Evet 'Sen''
Her şeyi ''ben'' bilirim. Her şeyi ''ben'' yaptım. İşime iş, kârıma kâr kattım. ''Ben'' olmasaydım. Hiçbir şey olmazdı. ''Ben'' olmasam her şey yatar. Bu şirket, bu iş yeri anında batar.
İş yeri sahibi için de, iş yeri amiri için de geçerli.
Bunun adı ''güç ve yetki zehirlenmesi''.
Sen varsan her şey tamam, sen yoksan her şey talan(!).
Batarmış. Batarsa batsın. Batarsa da senin suçun. Çıkarsa da.
Var ki öldün. Ne olacak?
Yetkini paylaştın mı?
Adam yetiştirdin mi?
Bir bilene danıştın mı?
Adamlar yıllardır ''kurumlaşma'' diyor. Bizim kurumlaşmadan anladığımız kurum bağlayıp koltuğumuza yapışıp kalmak.
''Bin bilsen de, bir bilene danış''.
''Danışan dağlar aşar, danışmayan düz yolda yolunu şaşar''.
''Akıldan üstün akıllar vardır''.
Duymadınız mı?
Daha dün yanınızda, karşınızda zirvedeyken bugün yerlerde sürünenler var.
Görmediniz mi?
Dinle ''sen'' de atanı. Gör bak, ''ben'' deyip yerlerde sürünüp yatanı.
Herkesin çapı bir yere kadar. Söylersin sonra üzülerek ''ben''den de buraya kadar.
''Son pişmanlık neye yarar''. Her ''ben''in bedeli var.
O zaman. Boşuna üzülme.
Güle güle yar.
Ne olur bir dinleyin.
Her şeyi de bilmeyin.
Danışın.
Konuşun.
Şaşırmayın.